Dünyanın en hızlı hayvanlarından bir tanesi olan çita, uzakta bir ceylan sürüsü görüyor.
Tüm gücüyle ceylan sürüsüne saldırmasını beklerken, o istifini çok da bozmuyor.
Sadece yavaş yavaş sürüye doğru yürüyor.
35 metreye kadar yaklaşıyor.
3 saniyede 96 km hıza ulaşan ve dünyanın en hızlı koşan hayvanlarından bir tanesi olan çita, neden hâlâ ceylanlara saldırmıyor?
Bu kadar yaklaşmışken neden hâlâ sakin sakin dolaşıyor?
İNANILMAZ PLAN
Aslında çita çok önemli bir şey biliyor.
Eğer avına 30 metre kadar yaklaşmadan saldırırsa avını yakalaması çok zor.
Ancak 30 metreye kadar yaklaştığında saldırırsa avını yakalayabilir.
GEREKSİZ MOTİVASYON
Peki çita avına 30 metreden daha fazla uzakken heyecanlanıp tüm gücüyle saldırsa ne olur?
Avını yakalayamaz ve boşu boşuna tüm enerjisini harcamış olur.
Enerjisini toplaması uzun zaman alır. O günü avlanmadan bitirebilir.
Sürekli bunu yaparsa o zaman da türü yok olur.
O zaman bir çita için en mantıklı şey, hedef ulaşılabilir olduğu zaman tüm enerjisini kullanıp saldırmak, hedef ulaşılmaz olduğu zaman enerjisi harcamadan korumak.
İşte motivasyonun çalışma prensiplerinden bir tanesi tam olarak bu.
Hedef ulaşılır olursa motivasyon artar, ulaşılmaz olursa motivasyon azalır.
İNSANLARIN MOTİVASYONU
İnsan da öyle.
Hedef ulaşılabilir olduğu zaman, kişinin motivasyonu yüksek oluyor ve tüm enerjisiyle/gücüyle hedefin peşinden koşuyor.
Ama hedef uzak olduğu zaman, beyne hemen mesaj gidiyor: “Hedef uzakta. Boşu boşuna enerjini harcama”.
İşte biz bu durumda “Bu çocuğun motivasyonu yok” diyoruz ve çocuğu tembellikle, sorumsuzlukla ya da akılsızlıkla suçluyoruz.
Aslında çocuk aynı çita gibi kendisi için en mantıklı olanı yapıyor. Çok değerli olan enerjisini koruyor.
Motivasyonu düşük görünen çocuk bize “Hedef benim için uzak” mesajı veriyor.
Biz bu mesajı alamıyoruz. (Tabii ki motivasyon eksikliğinin başka sebepleri de var.)
Peki bu durumda ne yapmak lazım?
NE YAPILMALI?
Bunu da çitalardan öğrenebiliriz.
Anne çita, yavrularını eğitmek için şöyle bir şey yapıyor.
Bir ceylanı yakalıyor ve boynundan yaralayarak onu serbest bırakıyor.
Sonra da yavru çitalar yaralanmış ceylanın peşinden koşuyor ve onu yakalıyor.
Anne çita, yavrularında ‘Ben yapabilirim’ inancı oluşturuyor.
Yani anne çita hem ulaşılmaz olan hedefi yavrusu için ulaşılabilir hale getiriyor hem de yavruların avlanma becerisini geliştiriyor.
Aileler ve öğretmenler aynı şeyi çocuklar için yapmalı.
Hedefleri ulaşılabilir hale getirmeli.
Tabii bu hedefler otantik ve gerçekçi olmalı.
Yapmacık hedefler asla motive etmez. Çita yavrularına pratik olsun diye bir fareyi yakalattırmaz.
(Bu arada hedefler daha büyük bir vizyonun parçası olmalı. Vizyona bağlı olmayan hedefler çok motive etmez. Bu, başka bir yazının konusu.)
HEDEF SORUNU
Ama tabii ortada daha önemli bir sorun var.
Çoğu öğrencinin hedefi yok. Yani ortada yakalanacak bir ceylan yok.
Bu durumda asıl iş çocuğun güçlü yanlarına ve heyecanına göre hedef oluşturmak. Daha doğrusu çocuğun hedef oluşturması için gerekli ortamı sağlamak.
Çocuk hedef oluşturursa ve hedefine ulaşabileceğini düşünürse o zaman motivasyonu yüksek olur. Bu motivasyon da dışsal değil, tam anlamıyla içsel motivasyon olur.
ULAŞILABİLİR HEDEF NASIL YARATILIR?
Daha önce yazmıştım. Bu bağlamda tekrar yazmakta yarar var.
Bazen bir iş yaparken, o işten o kadar keyif alırız ki zaman su gibi akar. Acaba bu durumlar ne zaman olur?
Bu soruyu merak eden Prof. Mihaly Csikszentmihalyi birçok insanla görüşme yapıyor. Sonra keşfediyor ki bu anların kişilerle ilgisi yok. Yaptığı işlerle ilgisi var. Nasıl mı?
Bir kişinin ‘becerisi’ ile yaptığı işin ‘zorluğu’ arasındaki ilişki, kişinin o işten aldığı keyfi belirliyor.
İşin zorluğu, kişin becerisinin çok üstündeyse, kişi o işi yaparken endişe duyuyor. Bu uzun süre devam ederse ‘öğrenilmiş çaresizlik’ başlıyor.
İş, kişinin becerisine göre çok kolaysa bu sefer de kişi o işten sıkılmaya başlıyor. Bir süre sonra da o işi bırakıyor.
Ama yapılan işin zorluğu, becerinin biraz üstündeyse kişi o işten keyif almaya başlıyor. Prof. Mihaly de buna ‘akış alanı’ diyor.
Biz öğrencilere ulaşabilir hedefler vermek istiyorsak, o zaman eğitim sisteminde her öğrencinin seviyesini bilmemiz gerekiyor.
Prof. Mihaly Csikszentmihalyi’nin Türkiye ortağı olan K2C firmasının kurucuları Erhan Feridun ve Güneş Ufuk, akış teorisini şirketlerde başarıyla uyguluyor. Aynı sistemi okullarda da uygulayabiliriz
Ama maalesef eğitim sistemimizde çocukların beceri seviyeleri bilinmiyor (zaten bilmemiz de zor çünkü okullar beceri üzerine kurulu değil).
Dersler ortalamaya göre işleniyor. Dolayısıyla yüksek becerili çocuklar sıkılıyor, düşük becerili çocuklar da öğrenilmiş çaresizlik yaşıyor.
Okullarda dersler beceri odaklı olmadıkça ve çocukların seviyelerine göre ‘farklılaştırılmış eğitim’ almadıkça, çocuklarda motivasyon oluşturmak çok zor olacaktır. Her çocuğa aynı seviyede hedefler vermektense seviyelerine göre ulaşılabilir hedefler sunmak onların motivasyonlarını arttıracaktır.
Yetenek temelli eğitim olmadığı sürece netice almak mümkün değil demeyelim ama is çocukların kendilerini keşfetmelerine kalıyor . Bir öğrencim vardı ortaokulda "hocam benim uğraşmayın ben elektrikçi olacağım" diyordu ve şimdi sanayide usta